Cargill’e, zehire, sömürüye hayır!

ŞEKER FABRİKALARI HALKINDIR; SATILAMAZ, SERMAYEYE PEŞKEŞ ÇEKİLEMEZ!

İstanbul’da, Eminönü Meydanında Eğitim İlke-Sen, Sağlık İlke-Sen, TOKAD ve ÖYB tarafından düzenlenen bir eylemle şeker fabrikalarının satılması protesto edildi.

Eylemde konuşan Eğitim İlke-Sen başkanı Ahmet Örs, sigara fabrikalarının kapatılmasından sonra şeker fabrikalarının da satılıp kapatılacağını, bunun da tarımda çalışan milyonlar için yeni bir felaket olacağını söyledi ve bu süreci durdurmak için mücadele edeceklerini belirtti.

Topluluk adına basın açıklamasını ise Melike Belkıs Örs okudu. Örs konuşması boyunca 24 Ocak kararlarından bugüne kapitalist yağma politikalarının nasıl işlediğini anlattı ve son şeker fabrikaları özelleştirmesinin tam bir emperyalist plan olduğunu dile getirdi. Küresel tarım şirketleri ile hükümetlerin tarım faaliyeti içinde yer alan yüz binlerce aileyi mağdur ettiğini söyleyen Örs, kamu varlıklarının bu süreçte sınırsızca yağmalandığını vurguladı.

Eylem boyunca “Sermaye Büyüyor Çiftçi-Köylü Ölüyor, Sermayenin Değil Rabbimizin Kuluyuz, Cargill’e Zehire Sömürüye Hayır, AKP Şekerden Elini Çek, Şeker Çiftçisi Yalnız Değildir, Kahrolsun Kapitalist Yağma Düzeni, Fabrikalar Halkındır Satılamaz, Şeker Peşkeş Çekilemez, Talana Yağmaya Sömürüye Hayır” sloganları atıldı, tekbir getirildi.

Haber: Mustafa Özeke

Eylemde okunan açıklamanın tam metni şu şekilde:

ŞEKER FABRİKALARI HALKINDIR; SATILAMAZ, SERMAYEYE PEŞKEŞ ÇEKİLEMEZ!

Bismillahirrahmanirrahim

Değerli arkadaşlar,

24 Ocak kararlarıyla başlayıp 12 Eylül darbe rejiminin katı baskıcı koşullarında yürürlüğü pekiştirilen neoliberal saldırganlık, yani kapitalist yağma rejiminin azgınlaşma süreci şeker fabrikalarının sermayeye devredilme kararıyla bugün zirveye çıkmış bulunuyor.

Büyük TEKEL özelleştirme faciasından sonra tarım yapan, tarıma dayalı üretim faaliyetleri içinde yer alan halkımız için yeni ve kuvvetli bir darbe daha vuruluyor.

Hatırlanacağı üzere sigara fabrikaları yaklaşık 10 yıl önce büyük direnişlere rağmen kapatılmış, Anadolu’nun dört bir yanındaki fabrikalarda üretim durmuş, on binlerce tütün üreticisi köylümüz ekmeğinden olup yerini yurdunu terk ederken fabrikalarda çalışan emekçiler oraya buraya sürülmüş, 4/C kölelik koşullarına mahkûm edilmiş, sigara fabrikalarına dolaylı bağları olan sayısız esnaf ve farklı işkolundan çalışan mağdur olmuş, şehirlerin ekonomisi bir bütün halinde çökmüştü.

Büyük sermayeye, küresel tekellere devredilen o sigara fabrikalarının yerlerinde şimdi yeller esiyor. Çoğunun taşı, tuğlası bile kalmadı, dümdüz edildiler.

Şimdi, bütün sigaralar küresel şirketler tarafından üretiliyor; o büyük şirketlerin kârı azalmasın diye Adıyaman’da üretilen açık tütün bile yasaklandı, tütün üreten ve satan halkımız yoksulluğa, açlığa mahkûm edildi.

Kıymetli Halkımız!

12 Eylül 1980 darbe süreciyle başlayan ve Özal’la sistematik uygulaması pekişen özelleştirmeler, ülkedeki kamu varlıklarını yereldeki bir avuç zengine ve onların küresel patronlarına peşkeş çekme operasyonu idi.

Tüm bu süreçler neticesinde büyük toplumsal adaletsizlikler yaşandı, eşitsizlikler derinleşti. Yayla, fabrika, küçük işletme, dere tepe demeden ülkedeki her bir kamu varlığı satıldı.

Zeytinlikler, kıyılar sermayenin turizm iştihasına hibe edildi, her yer beton blokların meskeni hâline geldi! Fındıklar söküldü, dereler HES inşaatlarıyla susuz bırakıldı! Tabiat bir bütün hâlinde yağma alanı kabul edilerek delik deşik edildi.

Şimdi sıra daha önceki uygulamalarla iyice çaresiz bırakılan, güçten düşürülen, geçimini pancar üretimi ile sürdüren köylüye, çiftçiye; pancar tarımı faaliyeti içinde rızkını kazanan milyonlara son darbeyi indirmeye geldi.

Esasen 1998 yılından itibaren başlayan tütün ve şekerpancarı gibi temel tarımsal üretimlere dönük kota uygulaması bugünlerin ilk adımları olarak atılmıştı.

O günden bu yana pancar ve tütün üretimi küresel tekellerin isteği ve hükümetlerin baskılarıyla büyük oranda yok edildi. Yüz binlerce aile tütün ve pancar kotası nedeniyle üretim yapamadığı için çiftini çubuğunu terk edip büyükşehirlerin yolunu tuttu, köyler boşaldı.

Pancar ve tütün yeterince üretilmediği için bu ürünlerin ithali alabildiğine yaygınlaştı. Önceleri ihraç edilen bu ürünler yıldan yılda artan oranlarda ithal edilir oldu. Küresel sermaye ülke ekonomisini daha bir teslim aldı, emperyalistlere bağımlılık arttı.

Bütün bunların, hamasetin yoğunlaştığı, dış dünyaya ve gidişata göre iç siyasete dönük sahte anti-emperyalist söylemlerin arttığı zamanlara denk gelmesine dikkatinizi çekmek istiyoruz.

İktidarlar değişirken küresel güçlere bağımlı, onların taleplerine uyan, kendi halkını sermayenin kölesi olmaya razı etmeye çalışan politikalar değişmiyor ve bunlar genellikle otoriter dönemlerde gerçekleştiriliyor.

 

Kardeşler,

Şeker Kurumu da içinden geçtiğimiz ağır OHAL şartlarında tartışma, istişare gibi temel yönetsel usullerin dışlandığı bir zamanda, geçtiğimiz aralık ayında bir KHK oldubittisiyle kapatılmıştır. Kimse bu kapatmayı OHAL koşullarının ağırlığında yeterince dillendirememişken şimdi de 14 şeker fabrikasının özelleştirme şampiyonu AKP iktidarı tarafından sermayeye devri meselesi ile karşı karşıya gelmiş durumdayız.

Şekerin, fabrikanın ne anlama geldiğini, yiyecek ve üretim biçimi olarak bu ürün ve usüllerin olumlu-olumsuz taraflarının neler olduğunun tartışılması ayrı bir meseledir elbette ve bunun yeri burası değildir.

Buradaki can alıcı mesele, kamu varlıklarının, iyi kötü halkın elinde olan varlıkların, halka daha da faydası dokunur hale getirilebilir olan varlıkların, halkın geçimini teminde rolü hala yüksek olan varlıkların, tarım üretimini sürdürmeye katkı sağlayan varlıkların halkın elinden çalınarak sorgusuz sualsiz satılması, sermayeye, küresel kapitalizme, kıyıcı emperyalizme peşkeş çekilmesidir!

Aklın durduğu, idrakin bittiği bir noktadayız.

Şimdi hepinize, herkese soruyoruz:

Üretimin, iyi-kötü sürdüğü bir üretimin tümüyle yok edilip kimi fabrikaların şehir merkezlerinde kaldı diye rezidans-avm yapılmasına, kimi fabrikaların yıkılmasına, kimi fabrikaların da düşük ücretlerle çalıştırılacak işçilerle sermayeye hibe edilmesine karşı çıkacak mıyız, çıkmayacak mıyız?

Pancar şekeri yerine her geçen yıl ithalatı ve kullanım alan ve oranı artan nişasta bazlı şekerlerin (NBŞ) sağlığımızı, çocuklarımızın geleceğini tehdit etmesine itiraz edecek miyiz, etmeyecek miyiz?

Anadolu şehirlerinin belini büken özelleştirmelerin etkisini düşündünüz mü? Örneğin bir Tokat’ın önce sigara fabrikasını, ardından şeker fabrikasını kaybettikten sonra, esnafı ve köylüsü ile nasıl ayakta kalabileceğini, hangi üretim biçimleri etrafında bir ekonomi kurabileceğini öngörüyorsunuz? Bunca insan ve aile hakkında karar verirken onlara sordunuz mu? Bir OHAL KHK’sı ile yangından mal kaçırmaya çalışan iş görme biçimi ile neyi amaçlıyorsunuz?

Kardeşler,

Medyadan takip ediyorsunuz, Cargill gibi küresel tarım tekelleri ve onların buradaki ortakları Türkiye’nin tarım politikalarını yönlendirmektedir.

Nasıl bankaları, finans politikalarını, otomobil ve akaryakıt politikalarını sömürü eşgüdümüne sokan bir yönlendirme varsa işte tarım politikaları da bu yönlendirmelerden bağımsız değildir.

Az evvel bahsettiğimiz nişasta bazlı zehirli şekerlerle insan sağlığını para kazanma hırsı yüzünden görmezden gelen taraflar, böcek kadar değer vermedikleri bizleri kansere, çaresiz hastalıklara mahkûm etmekte bir beis görmüyorlar. Hepimiz biliyoruz ki onların tek arzusu daha çok, daha çok kazanmaktır!

Avrupa ülkelerinde ve ABD’de kullanım oranları azaltılan bu zehrin oranı Türkiye’de yasal düzenlemelerle arttırılmaktadır. Batı ülkelerinde şeker fabrikaları iyileştirilip mısır şurubundan üretilen sahte şekerin kullanımı azaltılırken onların küresel şirketlerinin ülkemizi yağma alanı, insanımızı da köle gören politikalarına onay veren bir anlayışa karşı çıkmak zorundayız.

Tam bir sömürü mantık ve muhataplığı ilişkisini tespit ettiğimiz bu durum bütün gerçekliği ile ortadadır.

Bir de satılacak fabrikaların en az beş yıl üretim yapacağı garantisinden bahsediliyor. Biz bu yalanı sigara fabrikalarının kaderinden biliyoruz. Dolayısıyla beş sene sonrasını tahmin etmekte zorlanmıyoruz. Ayrıca yetkililer bu kadar üretim sevdalısı iseler neden zaten üretimde olan fabrikaları satıyorlar? Sermayenin “zarar ediyorsunuz” yalanına neden kanıyorlar?

 

Sevgili dostlar,

Bu durumda yapılacak olan şey bellidir.

Emeğin ve emekçinin yanında, yerel ve küresel sermayenin karşısında durmak ve kamu varlıklarımıza sahip çıkmak, onları yok ederek değil de ıslah ederek, üretim ve zenginliklerini daha adil bir şekilde halkımıza paylaştırmak ve tabiata daha zararsız hale getirmek durumundayız.

1980’den bugüne ısrar eden bir çizgi olarak gelen yağmalama düzenine karşı çıkmak, aldatıcı söylemlerin sahteliğini örten perdeleri kaldırmak zorundayız.

Ekmeği, tarlası, şekeri, sağlığı, umudu çalınan yoksul halkımızın, sessiz ve örgütsüz halkımızın sesi olmak durumundayız.

Büyük toprak sahiplerine gideceği belli olan 300 koyun projesi gibi geniş halk kesimlerine faydası olmayacak ve sebzede-meyveden tutun da tahıldan canlı hayvana, her geçen gün artan tarım ithalatı fiyaskosunun üzerini örtmeyi amaçlayan göstermelik projelerin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak zorundayız.

Eğer adalet üzere dayanışma hâlinde olur isek Rabbimiz bizi yollarına, aydınlık günlere erdirecek; zulüm, haksızlık ve sömürüye galebe çalmayı nasip edecektir.

Şüphesiz ki O, adildir, dayanışmayı emreder; kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır!

EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.egitimilkesen.org)

SAĞLIK İLKE-SEN (İlkeli Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Dayanışma Sendikası, www.saglikilkesen.org)

TOKAD (Toplumsal Dayanışma, Kültür, Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, www.tokad.org)

ÖYB (Özgür Yazarlar Birliği, www.ozguryazarlarbirligi.org)

(Topluluk adına Melike Belkıs Örs)

Bir cevap yazın